Burdur Gölü Üzerine Sistemsel Bir Kuraklık Analizi
Göller yöresinde kuraklığı farklı seviyelerde yaşayan dört göl |
Kuraklık konusu, her geçen yıl bir öncekinden daha büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor ve önümüzdeki yıllarda da bu sorunun büyüyeceği aşikardır. Ancak bu kritik konudaki kamusal tartışma, genellikle yüzeysel ve yanıltıcı bir çerçevede sıkışıp kalmaktadır.
"Kişi başı tüketimimiz çok yüksek, suyu bireysel olarak daha az kullanmalıyız."
"Göller kuruyor, acil önlem alınmalı."
Bu tür yorumlar, karmaşık bir sistemi basite indirgeyen ve sorumluluğu yanlış yere odaklayan anlatılardır. Bu durum, NYTimes yazarı Ross Douthat'ın şu sözünü akla getiriyor: "Komplo teorileri genellikle yanlıştır, çünkü onları üretenler gücün dışındadır ve tam olarak anlamadıkları bir dünyaya bir anlatı düzeni dayatmaya çalışırlar." Gerçekten de, kuraklık konusundaki popüler söylem, gücü elinde bulunduran sistemik faktörleri göz ardı ederek, konuyu anlamayanların basit ve ahlaki bir anlatı dayatma çabasını andırmaktadır.
Bu yüzeysel anlatının medya, bazı uzmanlar ve hatta politika yapıcılar tarafından benimsenmesi, sorunun kök nedenlerini anlamamızı engellemektedir. Bireysel su tasarrufu gibi iyi niyetli ancak etkisiz çözümlere odaklanmak, asıl müdahale edilmesi gereken tarım politikaları, altyapı verimsizliği ve hatalı su yönetimi gibi yapısal sorunları görünmez kılmaktadır. Bu entelektüel kargaşadan sıyrılıp gerçeğe ulaşmak için, problemi duygusal ve ahlaki anlatılardan arındırarak, metodolojik ve sistemsel bir yaklaşımla ele almalıyız.
1. Kuraklık Nedir? Sistemin Tanımlanması
Herhangi bir sorunu çözmenin ilk adımı, o sorunu doğru tanımlamaktır. "Kuraklık" kelimesi, tek bir anlama gelen monolitik bir kavram değildir; farklı katmanları olan bir sistemdir.
1.1. Yağışlarda Bir Eksilme Var mı? (Meteorolojik Kuraklık)
Evet, küresel ölçekte ve belirli bölgelerde yağış rejimlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalmalar gözlemlenmektedir. Bu, meteorolojik kuraklıktır ve verilerle sabittir. Ancak bu, denklemin sadece ilk ve en basit parçasıdır. Sorunu sadece "yağmur yağmıyor" basitliğine indirgemek, çoğu zaman asıl problemi maskeleyen metodolojik bir hatadır. Buna en iyi örneklerden biri Burdur Gölü'dür. Göl, son 50 yılda hacminin yarısından fazlasını kaybetmiş durumdadır. Ancak havzanın uzun dönemli yağış verileri incelendiğinde, bu dramatik çekilmeyi açıklayacak istatistiksel olarak anlamlı bir yağış azalması trendi bulunmamaktadır. Bu durum, sistemin diğer bileşenlerinin çok daha baskın bir rol oynadığını göstermektedir.
1.2. Su Harcamasında Bir Artış Var mı? (Tarımsal Kuraklık)
İşte sistemin asıl arızasının yattığı yer burasıdır. Su kaynakları üzerindeki talep, yağışlardaki azalmadan çok daha dramatik bir şekilde artmıştır. Bu talebin neredeyse tek ve ezici kaynağı, bireysel tüketicinin musluğundan akan su değil, sistemik ve yapısal tarım politikası hatalarıdır. Su kıtlığı olan bir havzada, su-yoğun tarımsal üretimin teşvik edilmesi, rasyonel bir politika değildir. Örneğin, Burdur'un 2022 yılı tarımsal üretim verilerine göre, suya en çok ihtiyaç duyan ürünlerden olan silajlık mısır 111.042 dekar, yonca 61.762 dekar ve şeker pancarı 34.600 dekar olmak üzere toplamda 200.000 dekardan fazla bir alanda ekilmektedir. Bu ürünler, ildeki toplam tarla bitkileri ekim alanının önemli bir bölümünü oluşturmakta ve su kaynakları üzerinde devasa bir baskı yaratmaktadır. Burdur Gölü havzasında gölü besleyen derelerin üzerine yapılan baraj ve göletler ile açılan binlerce sondaj kuyusunun tamamına yakını bu üretimi desteklemektedir. Bu, bireysel bir tercih değil, merkezi bir politika hatasıdır. Dolayısıyla su harcamasındaki devasa artışın sorumlusu "bulaşığını uzun yıkayan vatandaş" değil, suyu bir meta olarak yanlış fiyatlandıran, yanlış ürünleri teşvik eden ve su kaynaklarını rasyonel yönetemeyen tarım politikalarıdır.
1.3. Başka Bir Etki Var mı? (Altyapısal Kuraklık)
Sistemin üçüncü ve potansiyel olarak en az anlaşılan arızası ise altyapı verimsizliğidir. Hem şehir şebekelerindeki içme suyu hatlarında hem de tarımsal sulama kanallarındaki kayıp-kaçak oranlarının ciddi boyutlarda olduğu genel olarak kabul edilen bir gerçektir. Ancak bu kayıpların gerçek boyutunu ortaya koyan sistematik, güncel ve kamuya açık veri setleri oldukça sınırlıdır. Vahşi sulama gibi yöntemlerle ne kadar suyun buharlaşma ve sızma ile kaybolduğu, eskiyen şehir şebekelerinden ne kadar suyun toprağa karıştığı net olarak ölçülmemektedir. Dolayısıyla, azalan geliri ve artan gideri olan bir sistemde, mevcut sermayemizin ne kadarını yolda döktüğümüzü tam olarak bilmiyoruz. Bu durum, sorunun doğru teşhisi ve çözümü için altyapıdaki kayıp-kaçak oranlarının acilen ve şeffaf bir şekilde ölçülerek raporlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu, meteorolojik bir sorun değil, bir mühendislik ve veri yönetimi sorunudur.
2. Kuraklığın Antropolojik Sebepleri: Hatalı Mimari
Sorunun temel bileşenlerini doğru bir şekilde teşhis ettikten sonra, bu hatalı sistemin mimarisinin arkasındaki insan faktörünü analiz edebiliriz.
2.1. Yerel Etkiler: Veriye Değil, Günü Kurtarmaya Dayalı Yönetim
Kuraklığın temel sebebi, doğa olaylarından çok, insan yapımı sistemlerin verimsizliğidir. Bu verimsizliğin kökeninde ise veri odaklı, uzun vadeli planlama yerine kısa vadeli politik ve ekonomik çıkarlara dayalı bir yönetim anlayışı yatmaktadır. Su kaynaklarının yönetimi, bilimsel havza planlaması ve ekolojik sürdürülebilirlik ilkelerine göre değil, hangi ürünün daha fazla teşvik alacağına veya hangi altyapı projesinin daha çok oy getireceğine göre şekillendirilmiştir. Altyapıdaki veri eksikliği bile bu durumun bir semptomudur; ölçülmeyen bir sistem yönetilemez. Bu bir "kader" değil, rasyonel olmayan "tercihlerin" birikimli sonucudur.
2.2. Küresel Etkiler: Sistemin Kırılganlığının İfşası
İklim değişikliği bu denklemde nerede duruyor? İklim değişikliği, kuraklığın temel sebebi değil, mevcut hatalı ve kırılgan sistemi ifşa eden bir "stres çarpanı" veya "ivmelendirici"dir. Zaten su-yoğun tarıma dayalı, altyapısı verimsiz ve veri eksikliğiyle yönetilen bir sistem, iklim değişikliğinin getirdiği daha aşırı hava olayları (uzun kurak dönemler, ani ve şiddetli yağışlar) karşısında daha çabuk iflas etmektedir.
3. Olası Çözümler: Sistemi Yeniden Tasarlamak ve Kaçınılmaz Olana Uyum Sağlamak
Popüler söylemin aksine çözüm, kolektif bir suçluluk duygusuyla duş sürelerini kısaltmak değil, sistemi rasyonel, veriye dayalı ve bilimsel ilkelerle yeniden tasarlamaktır. Ancak mevcut politikalar devam ederse, bir B planına ihtiyacımız vardır.
Plan A: Mevcut Gidişatın Kaçınılmaz Sonucu - Aral Denizi Senaryosu
Eğer mevcut su yönetimi politikaları değişmez ve Burdur Gölü kurumaya devam ederse, havzayı bekleyen gelecek, insanlık tarihinin en büyük ekolojik felaketlerinden biri olan Aral Denizi'nin kaderidir. Burdur Gölü, tuzlu bir göldür. Göl suları çekildiğinde geride kalan şey, tarıma elverişli bir toprak değil, yüksek konsantrasyonda tuz ve diğer mineralleri içeren çorak bir arazidir.
Bu kurak ve tuzlu toprak, rüzgar erozyonuna karşı tamamen savunmasızdır. Şiddetli rüzgarlar, bu zehirli ve tuzlu tozu kaldırarak kilometrelerce uzağa taşıyacaktır. Bu durumun sonuçları felaket olacaktır:
Tarımsal Yıkım: Rüzgarla taşınan tuz, havzadaki verimli tarım arazilerinin üzerine çökerek toprakları çoraklaştıracak ve üretimi sekteye uğratacaktır.
Sağlık Sorunları: Solunan bu tuzlu ve potansiyel olarak kirletici yüklü partiküller, bölge halkında ciddi solunum yolu hastalıklarına ve diğer sağlık problemlerine yol açacaktır.
Ekosistemin Çöküşü: Bölgenin bitki örtüsü ve iklimi geri dönülmez şekilde değişecektir.
Bu, bir varsayım değil, Aral Denizi havzasında yaşanmış ve belgelenmiş bir gerçektir. Hiçbir şey yapılmazsa, Burdur havzasının geleceği budur.
Plan B: Adaptasyon ve Islah - Halofilik Tarım
Eğer kuraklığın çözülemeyeceği ve Burdur Gölü'nün gözden çıkarıldığı kabul edilirse, felaketi beklemek yerine rasyonel bir adaptasyon planı devreye sokulmalıdır. Bu plan, ortaya çıkan çorak arazinin ıslah edilerek yeni bir ekonomik değere dönüştürülmesini hedefler.
Gölün çekildiği yüksek tuz oranına sahip alanlarda, halofilik (tuzcul) bitkiler kullanılarak toprağın hızla ıslah edilmesi mümkündür. Bu bitkiler, topraktaki tuzu bünyelerine alarak toprağın tuzluluk oranını zamanla düşürür. Bu sürecin sonunda, tuz oranı azaltılan bu yeni arazilerde, su ihtiyacı düşük olan bitkilerle susuz tarım faaliyetleri yürütülebilir. Bu, hem ekolojik bir yıkımı önler hem de bölge için yeni bir ekonomik model yaratır.
Nihai Uyarı: İmar Yasağı ve Deprem Gerçeği
Bu adaptasyon planı uygulanırken, havzanın jeolojik gerçekliği asla unutulmamalıdır. Burdur, birinci derece deprem bölgesidir. Çok şiddetli bir depremde, gölü besleyen suları tutan mevcut baraj sistemlerinin bir felakete uğraması ve yıkılması, tüm bu havzanın tekrar hızla su altında kalması riskini barındırmaktadır. Bu nedenle, gölden kazanılan bu araziler, ne olursa olsun asla ve asla imara açılmamalıdır. Bu alanlar sadece tarımsal ıslah ve ekolojik restorasyon amaçlı kullanılmalıdır.
Sonuç olarak, kuraklık bir doğa olayı olmaktan çıkmış, bir yönetim ve sistem tasarımı krizine dönüşmüştür. Çözüm, bireylerin omuzlarına ahlaki bir yük bindirmekte değil, devletlerin ve kurumların akılcı, bilimsel ve uzun vadeli politikalar geliştirme sorumluluğunu üstlenmesinde yatmaktadır. Eğer bu sorumluluk yerine getirilmezse, bizi bekleyen felakete karşı en azından akılcı bir B planımız olmalıdır. Sorunumuz suyun azlığı değil, aklın ve öngörünün kıtlığıdır.