Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır: Doğru Teşhis, Yanlış Çözüm


Andreas Malm'ın provokatif manifestosu "Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır", iklim hareketinin mevcut pasifist duruşunun yetersizliğine dair cesur bir teşhis koyuyor. Ancak, bir sistemin hastalığını doğru teşhis etmek, doğru ilacı reçete etmek için yeterli değildir; hastalığın vücudun neresinde olduğunu, yani sorunun gerçek kaynağını da doğru tespit etmek gerekir. Malm, iklim krizindeki ataleti isabetli bir şekilde gözlemlerken, önerdiği "mülk tahribatı" çözümüyle hedefini şaşırıyor. Çünkü sorun, bireylerin veya şirketlerin vicdanında değil, doğrudan devletlerin ve kanun yapıcıların eylemsizliğinde yatan mimari bir bozukluktur.

1. Sorunun Gerçek Konumu: Tüketici Vicdanı Değil, Devlet Aygıtı

Malm'ın argümanı, dolaylı olarak, fosil yakıt altyapısını hedef alarak sistemi değişime zorlama mantığına dayanır. Bu yaklaşım, sorunun kaynağını yanlış yerde arar. Sorunu tek bir bireyin Volvo XC90 kullanmasına veya bir şirketin üretim kararlarına indirgemek, sistemin temel işleyişini gözden kaçırmaktır. Serbest piyasa ekonomisinin doğası gereği, vicdani bir kararla üretimden çekilen bir şirketin bıraktığı boşluk, anında bir başkası tarafından doldurulacaktır. Bu dinamik, bireysel veya kurumsal ahlakı, sistemik bir sorunu çözmede etkisiz bir araç haline getirir.

Asıl ve mutlak karar verme gücü, kanun yapıcıların, yani devletlerin elindedir. Çözüm, sistemi kaosa sürükleyerek çökertmek değil, sistemin kontrol mekanizmalarını doğru şekilde kullanarak onu yeniden tasarlamaktır. Bu bağlamda, devletlerin yasaklar ve teşvikler gibi araçları kullanarak piyasayı yönlendirmesi, hem en zararsız hem de en etkili yoldur. Sorun, boru hatlarının varlığı değil, o hatların inşa edilmesine ve işletilmesine izin veren yasal ve ekonomik çerçevenin kendisidir.

2. Tarihsel Analojilerin Zafiyeti ve Halk İradesinin Yanlış Yorumlanması

Malm, argümanını güçlendirmek için sivil haklar hareketi veya anti-apartheid mücadelesi gibi tarihsel örnekleri kullanır ve bu hareketlerdeki radikal kanatların şiddet eylemlerinin değişimi tetiklediğini öne sürer. Ancak bu analoji, temel bir noktada çöker: Hedef kitle ve sorun tanımı tamamen farklıdır. Bahsi geçen tarihsel hareketlerin temel amacı, halkın genel kanısını değiştirmek ve ayrımcı veya baskıcı sistemlere karşı toplumsal bir uyanış sağlamaktı. Oysa iklim değişikliği konusunda, en azından pek çok gelişmiş ülkede, halkın kanısı zaten büyük ölçüde iklim eylemini destekler yöndedir. Kamuoyu, sorunun ciddiyetinin ve etkilerinin farkındadır.

Buradaki asıl engel, halkın iradesi değil, bu iradenin politika yapım süreçlerine yansımasını engelleyen yapıdır: Büyük fosil yakıt şirketlerinin, kanun yapıcılar üzerindeki orantısız ve haksız lobi faaliyetleri. Dolayısıyla, Malm'ın önerdiği şiddet eylemleri, zaten ikna olmuş bir halka mesaj vermeye çalışmak gibi anlamsız bir çabadır. Asıl mücadele, halkın iradesini rehin alan bu antidemokratik etki mekanizmasına karşı verilmelidir. Çözüm, halkı korkutmak veya yabancılaştırmak değil, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla halkın gücünü organize ederek kanun yapıcılar üzerinde doğrudan ve sert bir baskı kurmaktır.

3. Stratejik Mücadelenin Yanlış Hedeflenmesi

Temel prensipler—özellikle Adalet ve Hakkaniyet—sistematik olarak ihlal edildiğinde, kararlı ve sert bir duruş sergilemek meşru bir gereklilik haline gelir. Malm, iklim krizinin aciliyeti karşısında daha radikal bir mücadele biçimine geçilmesi gerektiğini savunurken haklıdır. Ancak, seçtiği hedef ve yöntemler stratejik olarak yanlıştır.

Bir boru hattını patlatmak, hastalığın semptomuna saldırmaktır; oysa asıl savaş, hastalığın kaynağına, yani politik sisteme nüfuz etmiş olan çıkar gruplarının etkisine karşı verilmelidir. Gerçek "savaş alanı", fiziksel altyapı değil, politik ve yasal arenadır. Bu arenada kullanılacak etkili silahlar, dinamit veya molotofkokteyli değil, organize edilmiş kitlesel protestolar, stratejik davalar, lobi faaliyetlerini ifşa eden kampanyalar ve kanun yapıcıları hesap vermeye zorlayan amansız bir sivil itaatsizliktir. Bu, yıkıcı değil, yapıcı bir mücadeledir; amacı sistemi yok etmek değil, onu asıl işlevine, yani halkın iradesini temsil etme görevine geri döndürmektir.

Dahası, Malm'ın metin boyunca eylemlere katılmanın kendisinde yarattığı hislere dair yaptığı vurgu ve kitabın sonunda Frantz Fanon'dan yaptığı "şiddetin 'arındırıcı bir güç' olduğu" alıntısı, önerdiği stratejinin temelinde yatan tehlikeli bir önyargıyı ortaya koymaktadır. Bu, mücadelenin soğukkanlı bir stratejiden ziyade, ilkel dürtülerle beslenen, "umutsuzluktan ve eylemsizlikten kurtaran, korkusuzlaştıran ve özsaygıyı geri getiren" bir tür duygusal arınma arayışı olduğunu gösterir. Hangi konuda olursa olsun, özellikle başkalarının ilkel duygularından doğan fikirlere karşı son derece dikkatli olunmalıdır. Saf mantık ve stratejiden değil, duygusal bir boşalma ihtiyacından kaynaklanan bir eylem planı, rasyonel bir çözümden çok daha büyük sorunlar yaratma potansiyeli taşır.

Sonuç: Yıkım Manifestosundan Sistemsel Çözüm Arayışına

Andreas Malm'ın kitabı, entelektüel bir uyandırma servisi olarak değerlidir. Ancak sunduğu yıkım manifestosu yerine, daha zeki ve prensiplere dayalı bir sistem tasarımı çağrısına odaklanmak gerekir. Çözümün devlet aygıtında yattığı gerçeği, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi girişimler ve karbon ayak izine dayalı teşvik/ceza mekanizmalarının yasalaşmasıyla somut bir şekilde kanıtlanmaktadır. Bu tür yasal çerçeveler, piyasayı ve bireyleri doğru yöne iterek, Malm'ın önerdiği kaotik eylemlerin yaratamayacağı ölçekte sistemik bir ilerleme sağlamaktadır.

Bununla birlikte, şiddet eylemlerinin meşruiyeti tartışması karmaşıktır. Malm'ın örneklediği gibi, halkın iradesinin baskılandığı durumlarda radikal eylemler bir hak arayışı olabilir. Fakat halkın iradesinin bizzat çevreye zararlı bir sonuç doğurduğu durumlar ne olacak? Almanya'nın, kamuoyundaki nükleer karşıtı yaklaşım nedeniyle nükleer enerjiden vazgeçip kömüre yönelmesi, tüm dünyayı etkileyen bir çevre krizini derinleştirmiştir. Bu bağlamda, halkın bu çelişkili ve zararlı kararının sonuçlarına dikkat çekmek için, kamusal alanlara kömür dökerek sembolik bir zarar verme eyleminin meşruiyetinin tartışılması dahi gerekebilir. Bu tür bir eylem, Malm'ın mantığını tersine çevirerek, sorunun kaynağı olarak bu kez halkın kendisini hedef alır. Bu, şiddetin ne zaman ve kime karşı haklı bir araç olabileceği sorusunu çok daha rahatsız edici ve karmaşık bir düzleme taşır.

Komplo Teorisi

Fosil yakıt lobilerinin etkisi, kanun yapıcılara verilen rüşvetlerin veya yapılan baskıların ötesinde, kamuoyu algısını şekillendiren çok daha karmaşık ve dolaylı mekanizmalara uzanır. Bu noktada, tartışmalı da olsa, bazı stratejik hamlelerin göz önünde bulundurulması gerekir. İddia odur ki, bu lobiler, "kontrollü muhalefet" ve "hedef şaşırtma" gibi taktiklerle iklim tartışmasının seyrini kendi lehlerine çevirmektedir.

Örneğin, Greenpeace gibi büyük çevre örgütlerinin, fosil yakıt lobileri tarafından dolaylı yollarla fonlanarak, Türkiye gibi ülkelerde nükleer enerji tesislerine karşı amansız bir mücadele yürütmesi sağlandığı öne sürülmektedir. Bu stratejinin amacı, en güçlü ve karbonsuz enerji alternatifi olan nükleeri şeytanlaştırarak, fosil yakıtlara olan bağımlılığı sürdürmektir. Kamuoyu nezdinde tartışma "çevreciler vs. nükleer enerji" olarak çerçevelenirken, asıl kazanan perde arkasındaki petrol ve kömür şirketleri olmaktadır.

Bu stratejinin bir diğer örneği ise iklim değişikliği tartışmasının sürekli olarak hayvancılık sektörüne yönlendirilmesidir. Bilimsel olarak, hayvanların ürettiği karbon, zaten atmosfer-bitki-hayvan döngüsü içinde olan "yeşil karbon"dur ve doğal döngünün bir parçasıdır. Oysa en küçük miktarda kömürün veya benzinin yanması, milyonlarca yıldır yer altında kilitli kalmış ve doğal döngüde olmayan "fosil karbonu" atmosfere ekler. Lobilerin, kamuoyunun dikkatini ve öfkesini hayvancılığa çekerek, iklim krizinin asıl ve temel nedeni olan fosil yakıt tüketimini ikinci plana ittiği ve böylece kendi sorumluluklarını gizlediği iddia edilebilir. Bu, sorunun gerçek mimarisini gizleyen ve enerjiyi yanlış hedeflere yönlendiren bir algı mühendisliğidir.